14 Mayıs 2010 Cuma

YAKACIK YAKACIK’TI (1)



İŞTE KORU- Yakacık’ın efsane piknik alanı Koru’da ağabeylerimiz çilingir sofrasında buz gibi rakılarını yudumlarken görülüyor. Fotoğraftaki kasketli haricinde hepsi rahmetli olan ağabeylerimizi hiçbir zaman unutmayacağız.


FETHİ SATICI


Anadolu yakasının efsane ve güzel sayfiye kenti Yakacık bir zamanların en önemli mesire alanları arasında yerini almıştı. Yakacık’ın insanları sevecen, iyi kalpli ve yardımsever insanlardı. Gerektiğinde lokmasını, aşını paylaşırdı. Semtin yaşlıları adeta Yakacık’ın doktorları idi.Yakacık’ın her hangi bir mahallesinde bir yaşlı ve çocuk hastalandığında ilk müdahaleyi Yakacık’lı teyzeler yapardı. 1948-1955 yılları arasında Yakacık’ın tek doktoru -nur içinde yatsın, mekânı cennet olsun- Muzaffer Sağun öğretmenimizin eşi Dr. Agah beydi. Asaf’ ın babası... O yıllarda Yakacık’a kızamık, suçiçeği, boğmaca, verem ve sıtma gibi hastalıklar hat safhadaydı. Dr. Agâh Sağun vefat edince Yakacık doktorsuz kaldı. O yıllarda Yakacık’ta elektrik de yoktu. Evlerde lamba ve idare yanardı. Halkı yoksuldu; buna rağmen komşusu açken tok yatmazlardı.Köy halkının geçimi pansiyonculuk, bağcılık, zeytincilik, bahçıvanlık, gazino ve kır bahçesi çalıştırmaktı. Esnaf ancak yazın 3-4 ayı iş yapardı. Rum, Ermeni ve Musevi vatandaşlarımız Yakacık’ta oda kiralarlardı. Yani iki veya üç odası olan Yakacık köylüleri bir odalarını yazlık olarak kiraya verirlerdi. Rum, Ermeni ve Musevi vatandaşlarımız Yakacık köylüleri ile çok iyi anlaşır, bir çatı altında ve birlikte yaşarlardı. Yakacık’ta yaz aylarında sokakların kapısı kilitlenmezdi. O tarihlerde Yakacık İstanbul’un belki de en huzurlu sayfiye kentlerinden biriydi.


NEDEN OLDU–1958 yılında Yakacık Nimet Otel’de kamp yapan Güreş Milli Takımı’mızın bu hazırlık kampı gazeteci-yazar Fethi Satıcı’nın güreşçi olmasına neden oldu ve Fethi Satıcı, 1960 Roma Olimpiyatları aday kadrosuna alındığı zaman henüz 18 yaşında genç ve teknik bir güreşçiydi. (Ortada)



TADINA DOYUM OLMAZDI
Yakacık’ın ünlü Kağıt Kebabı’nın doğuş tarihi bilinmemekle birlikte bu ünlü yemeğimizin ustalarından olduğunu bildiğim rahmetli Kasap Fehmi, Kasap Mahmut, Kasap Hüsnü, Kasap Akif ve Kasap Ferdi en eski Yakacık’lı Kağıt Kebabı ustaları idi. Rahmetli Fethi Çetinkaya, 1950-1956 yılları arasında bakkal kalfası olarak rahmetli Ahçioğlu’nın yanında çalışıyordu.Rahmetli Fethi Çetinkaya sonradan kasap oldu ve hazır Kağıt Kebabını icat ederek Yakacık’ın silinemez tarihine geçti. Yani eskiden Kağıt Kebabı önceden hazırlanıp pişirilmezdi. Fethi abimiz bu geleneği yıktı ve hazır Kağıt Kebabı imal etmeye başladı. Cumartesinin ve pazarın kağıt kebabı olacak etini bir gün önceden kuşbaşı şeklinde doğrar ve bir gün baharata yatırırdı. Yani karabiber ve kimyon banyosu yaptırırdı etlere. Baharatta yatan etin lezzeti bir başka olurdu. Üzerine de mis gibi kokan taze kekik otu serpilen etin tadına doyulmazdı. Haftada 125-150 adet Kağıt Kebabı satardı Fethi abimiz. Nur içinde yatsın, mekânı cennet olsun.

KIR GAZİNOLARI REVAÇTA İDİ
Benim çocukluk ve gençlik yıllarımda Ayazma’da sadece rahmetli Halim ağabey, rahmetli Hasan ağabey, rahmetli Nazım ağabey ve Koru kır gazinosunu çalıştıran rahmetli Kara Muhittin lakaplı abimiz vardı. Koru kır gazinosunda masa ve sandalye çok az sayıda bulunur ve piknikçilere 3 X 3 ebadında hasır verilirdi. Hasırla birlikte testi içinde buz gibi koru suyu ikram edilirdi. Yani 1948–1955 yılları arasında Yakacık’ın en ünlü mesire alanı KORU idi. Gençler ve çocuklar buradaki meşe ağaçlarına salıncak kurarlar ve günün geç saatlerine kadar eğlenirlerdi. Şekersuyu gazinosu daha sonra çalışmaya başladı. Koru piknik alanında çilingir sofraları kurulurdu. O dönemlerde ağabeylerimiz sadece “Aslan sütü ” diye adlandırdıkları rakıyı içerlerdi ve katiyen sululuk yapmazlardı. Sululuk yapan yabancılara da hadlerini bildirirlerdi.

FAYTON BİR SİMGEYDİ
Yakacık’ın simgelerinden olan faytonlar hafta sonlarında Ayazma’ya ve Koru’ya insan taşırlardı. Rahmetli kömürcü Salih, faytoncu Erdoğan, faytoncu Ali ve oğlu Kadir Hindici, İsmail Kâhya hatırımda kalan fayton çalıştıran ağabeylerimizdi. Bir de sepetli Alman motosikleti vardı. 2. Dünya Harbi’ni görmüş bu çok sağlam binek aracını rahmetli fotoğrafçı Halil ağabeyimiz çalıştırıyordu. Özellikle Yakacık’a gelen piknikçilere ve Samandıra’da oturan insanlara taksi gibi ulaşım hizmeti veriyordu. Yani bir yerde FAYTONLAR Yakacık’ın simgesi konumunda idi.

BUNLAR VARDI
Benim çocukluk yıllarımda (1948–1955) yılları arasında Yakacık’ta iki tane yağhane, bir tane un değirmeni, beş tane harman, bir tane yoğurthane, dört tane de ağıl vardı. Rahmetli Rafet Aykut’un ilk keçi ağılı Hamam Mahallesi’ndeydi. Hacı Mustafa Efendi türbesinin altı. Daha sonra bu keçi ağılı Aydos’a taşındı. Diğer keçi ağılı da bugünkü Uğur Mumcu Mahallesi eteğinde idi. Orası da benim çocukluk, okul ve gençlik arkadaşım Cemalettin Bayramoğlu’nun babası rahmetli İsmail kâhyanın keçi ağılı idi. Diğer ağıl da Yakacık’ın zengin ağalarından ve iş adamlarından rahmetli Debreli Halit ağanın sağmal koyun yetiştirdiği ağıldı. Bu ağılda bir mevsimde 250–300 adet kesimlik kuzu yetiştirilirdi. Ayrıca Debreliler’in yoğurthanesi vardı. Ünlü Aydos yoğurdunu imal ederlerdi. Debreliler’in ayrıca yağhane ve un değirmeni fabrikası vardı. Diğer yağhane Yakacık Darüşşafaka Huzur Evi’nin yanındaydı. Yani Çalkantı semtinde. Bu yağhanenin sahibini hatırlayamıyorum. Zannedersem bu yağhane cumhuriyet öncesi kurulmuştu.1950’lı yılların başına kadar buradaki mekanda yağ çıkarma makineleri (pres) duruyordu.
Şimdi Yakacık’taki 5 harmanın sahiplerini bir sayacağım. Yeni Mahalledeki harmanları rahmetli Niyazi Maden, kardeşleri Kadir ve Necati Maden çalıştırırdı. Ben her gün bu harmanda düvene biner saatlerce buğday ezerdim. Düvenleri bazen Öküzler, bazen de Atlar çekerdi. Bu harmanlar şimdiki Selma Hanım, İlköğretim Okulunun bulunduğu alanda idi. Birde rahmetli Yaşar amcanın harmanı vardı. Diğer harmanda Madenler mefkiğinde Aziz amcanın harmanı idi. Haldun’un babası. Bir harmanda yakacık mezarlığının altındaydı. Bu harmanın sahibini hatırlayamadım. Yani Yakacıkta topu topu 5-6 harman vardı. Sevgili kardeşim Sayın İhsan Köse, Yakacık’ta 30’a yakın harman olduğunu sitemizde açıklamış. Rakam yanlıştır. Bakın ben harman sahiplerinin isim ve soyadlarını da yazdım. Sayın Köse, ayrıca Yakacık’ta ŞARAPHANE olduğunu yazmış. Yakacık’ta şaraphane yoktu. Her halde “Yoğurthane” diyecekti. Neyse.
Yakacık’ın bir özelliğide bir falcı teyzenin bulunmasıydı. İnanırmısınız rahmetli Hacer teyze o dönemlerde İstanbul’un en önemli ve meşhur falcıları arasında yer almıştı. Şoför İhsan ve İlhan’ın anneannesi. Nur içinde yatsın Hacer teyzenin her gün evinin önü mahşer gibiydi. Onlarca genç kadın ve genç kızlar fal baktırmak için Yakacıklı Hacer teyzeye gelirdi. Yani bir zamanlar Yakacık falcısı ile de meşhurdu.

ÜÇ PANSİYON VARDI
1930-1960’lı yıllarda Yakacık’ta üç pansiyon vardı. Nimet Otel, Yakacık’ın efsane Muhtarı İbrahim Çolpan’ın Cihan pansiyonu ve bir de çocukluk ve gençlik arkadaşım Kaptan’ın pansiyonu vardı. Yazlıkçılar bu üç pansiyonda oda kiralar ve Yakacık’ta huzur ve güven ortamında üç dört ay geçirmenin mutluluğunu yaşarlardı. Cihan pansiyonunun tarihi fotoğrafı zaten şu anda sitemizde yayında. Nimet Otel’i rahmetli Sedat amca çalıştırıyordu. Nimet otelinin bir başka özelliği de burada kışlık ve yazlık sinema oluşu idi. Otelin yemekhane salonu kış aylarında sinema olarak kullanılırdı. Nimet Otel’in bir başka önemli özelliği de Türk Güreş Milli takımlarımızın burada kamp yapması idi. Çalkantı’da bulunan ve daha sonra yıkılan tarihi mekânın bahçesindeki yaşlı çınar ağacının altına kurulan güreş minderinde, devrin ünlü şampiyonları rahmetli Hamit Kaplan, Süleyman Baştemur, Ahmet Bilek, Necati Morgül, Rıza Doğan - Allah uzun ömür versin- iki olimpiyat şampiyonlarımızdan Mithat Bayrak, Kazım Ayvaz, Tevfik Kış, Dursun Ali Erbaş, Ünver Beşergil, Müzahir Sille,Yaşar Yılmaz ve Metin Bahçeli gibi ünlü pehlivanlarımız idman yaptılar. Benim de güreşçi olmama neden olan bu güreş kampından bizlere hatıra sadece yaşlı çınar ağacı kaldı.




SATICI, KIRKPINAR’DA- Yakacık’ın yetiştirdiği ünlü güreşçi ve gazeteci-yazar Fethi Satıcı, Edirne Tarihi Kırkpınar Yağlı Pehlivan Güreşleri’ni kesintisiz 31 yıl izleyen bir basın mensubu olarak tarihe geçti. Hiç ara vermeden Kırkpınar’ı görevli gazeteci olarak izleyen Satıcı, Kırkpınar ile ilgili yarışmalarda birincilik ve üçüncülük ödülleri kazandı.

Fethi Satıcı, tarihi Kırkpınar güreşlerinin ALTI kemerli başpehlivanı Karamürselli Aydın Demir ile görülüyor. Yıl 1982.





Güreş Milli Takımı



Kırkpınar Hanımağa


4 Mayıs 2010 Salı

İhsan Köse'nin Yakacık Anıları 1

Eski Yakacık'lıları buraya konuk almaya devam ediyoruz. Ne de olsa merak ettiğimiz, onlardan öğrenmek istediğimiz çok şey var. Bugünkü konuğumuz Sayın İhsan Köse. Kendisi doğma büyüme Yakacıklı. 1949 doğumlu İhsan Bey aşağıdaki yazıda bizi eski Yakacık'a götürüyor, tatlı diliyle kaybettiğimiz değerleri anlatıyor. Ondan Yakacık'ın tarihini, coğrafyasını ve o günlerin yaşam tarzına ilişkin pekçok şeyi öğreniyoruz. Değerli bilgilerini ve anılarını bizimle paylaştığı için kendisine sonsuz teşekkürler.

***

ANILARDA KALAN BİR KÖY

Kondüktör “Kartal”diye bağırdığında küçük ama sevimli istasyon binasının önünde trenden inersiniz. Ahşap tren köprüsünden geçince, karşıda sizi 28 ve 30 model Ford marka arabaların (30 model Ford’lar için şoförler arasında bas bir kaldır iki Ford tabiri kullanılırdı.) çoğunlukta olduğu taksi dolmuşların beklediğini görürsünüz. Bunlar, zamanın model arabalarıdırlar. Farları, bombeli tamponların üstünde; kornaları dikiz aynalarının yanında, ancak elle sıkıldığında “vrrraaak vrrraaak” diye öten; bisiklet tekerleği görüntülü jantları olan; düğmeyle çalışan marşları olmadığı için arabanın önünde dışarıdan bir kolla çalıştırılan; stepnelerini bagaj kapaklarının üstünde taşıyan bu “antika”lar, sizleri Yakacık’a götürmek için beklemektedirler.
Bu arabaların herhangi birine biner, tahminen 700-800 metre olan, Kartal’ın içinden geçen tek caddeyi kat ederek, tren köprüsünün altından Yakacık’a doğru yola koyulursunuz.
Tren köprüsünü geçer geçmez, sizi,sağlı sollu Kartal’ın ünlü bostanları karşılar. Bu bostanlar o kadar ünlüdür ki aslında Tuzla’dan Bostancı’ya kadar bir alanı kapsayıp İstanbul’un büyük bir kısmının sebze ihtiyacını karşılarlar.Bostanlar arasından yavaş yavaş tepedeki mandıraya doğru tırmanırsınız. Aman dikkat! Yolun her iki yanındaki bostan kuyularına iyi bakın.Bunlar çok tehlikelidir.Ağızlarının çapları 7-8 metreyi bulan bu kuyulardan birine vaktiyle şoför Fahri arabasıyla uçmuştu.
Mandıranın önünde yokuş biter, yol düzlenir.Eğer bindiğiniz araba bas bir kaldır iki ise, ikinci;değilse üçüncü vitese yol görünmüştür.Mandıradan itibaren çevreniz adeta bir zeytin ağacı denizi ile donanır.Bu zeytin ağaçlarının aralarında da İstanbul’un en güzel Çavuş Üzümünün yetiştirildiği bağlar gözlerinizin önüne serilir.
Aşağı yukarı bir kilometre kadar, kendinizi bu zeytin ağaçları denizinin,bağların büyüsüne kaptırarak hiçbir meskene rastlamadan gidersiniz. Sonra, birden solunuzda, zeytin ağaçlarının ortasında, etrafı çam ağaçlarıyla çevrili bir köşk ortaya çıkar: Ebu’l Huda’nın köşkü. Uzaktan, bu ağaç denizinin ortasında yol alan nazlı bir gemi edasıyla sanki size selam vermektedir. Bu arada düzlüğün sonunda, uzaktan Yakacık da görünmüştür. Hani bugün kartpostallardan gıpta ile izlediğimiz, bakmaya doyamadığımız İsviçre’deki, Avusturya’daki köyler gibi. Arkasındaki heybetli Aydos Dağı’na yaslanmış, ağaçlıkların arasından evlerin zor seçilebildiği bağlar, bahçeler içinden sizlere gülümseyen, yemyeşil Yakacık.
Ebu’l Huda’nın köşkünü geçince, yokuş aşağı sarkarsınız. Burada bütün arabalar vitesten atar ve kontağı kapatırlar. Malum, benzin sarfiyatı meselesi. Sizinki de kapadı mı?
Tamam. Biraz sonra karşımıza Hayrat Kuyu çıkacaktır.İçinizde namaz vaktini geçirmek üzere olanlar hazırlansın. Diğerleri de tabii. Çünkü Hayrat Kuyu’da zorunlu mola vereceğiz.
Zira arabalarımız bayıra vurunca su kaynatırlar. Bu nedenle arabalardaki bir iki su tenekesini hep dolu tutmak lazım.
Hayrat Kuyu, adı üstünde hayırsever bir vatandaşın yaptırdığı, çevresinde birkaç ağaç bulunan, çıkrıklı, sevimli bir namazgahtan oluşan bir kuyu.Yalıdan gelen köylüler veya Yakacık’a gezmeye gidenler burada mola vererek ya namaz kılarlar; ya ellerini, yüzlerini yıkayarak serinlerler; ya da şoförler arabalarının eksilen sularını tamamlamak için su alırlar.
Nasıl, buz gibi suyla epey serinlediniz değil mi? Öyle ise yola devam edelim. Haaaaa, yola düşmeden önce, unutmadan söyleyeyim. Hayrat Kuyu bir geçiş yeridir. Yani ova ile yaylayı ayıran önemli bir nokta. Burayı geçtiğiniz an,havanın hemen değiştiğini fark edersiniz.
Sizi rahatlatan, yüreğinize ferahlık veren, serin Yakacık poyrazı bedeninizi yalamaya başlar.
Eskiler, Hayrat Kuyu’dan aşağı yağmur, yukarı kar yağar şeklinde bu geçiş yerinin önemine işaret ederler.
Hayrat Kuyu’dan sonra esas Yakacık bayırını tırmanmaya başlarsınız. Etrafınızdaki zeytin ağaçları ve bağlar giderek daha da yoğunlaşır. Çevrede, beygirine ya da eşeğine yüklediği küfelerle yalıya giden,yalıdan dönen köylülerden gayrı kimseye rastlamazsınız.Arabanın motor sesine, bazen cırcır böceği sesi karışmakta ve yeşiller arasındaki Yakacık da gittikçe size doğru yaklaşmaktadır.
Soğanlık sapağını geçip, Beş Selvi’lerden sola doğru hafifçe kıvrıldığınızda, rampa kendini daha bir gösterir. Biraz sonra bütün arabalar birinci vitese düşeceklerdir. İnleye inleye yokuşa saran arabalardan Yakacık’ın ünlü köşkleri yavaş yavaş seçilmeye başlanır. Ikına sıkına biraz daha yukarılara tırmandığınızda solunuzda İngiliz’in köşkü, onun yanında Enis Akaygen’inki, biraz daha üstte Jak’ın köşkü, onun karşısında Abbas Hilmi Paşa’nın ünlü çeşmesi ile birlikte görkemli köşkü sizi karşılamak için sıraya girmişlerdir sanki. Sizler,tertemiz hava ile ciğerleriniz bayram ede ede,ağır ağır bu görüntülerin arasından geçerek Yakacık meydanına ulaşırsınız.
Meydan dediğimiz, azıcık büyükçe bir alan ya da köylülerimizin dilinde “çarşı” otomobil ile geliş için son duraktır. Arabalardan inip, şöyle rahat bir şekilde gerinebilirsiniz. Kolay değil, dünya üzerinde insanlara bu kadar rahatlık veren atmosfere sahip iki yerden birinde, Yakacık’tasınız artık.(Bunu köyümüzü methetmek için söylemiyorum. Vaktiyle televizyonda ünlü meteoroloji uzmanı Ali Esin usta anlatmıştı Yakacık’taki atmosferin ilginçliğini.)
Şimdi seçiminizi yapın bakalım. Çarşıda Çınaraltı’nda mı oturacaksınız, yoksa bir etap daha gitmeyi göze alarak Ayazma veya Koru’ya mı demir atacaksınız. Eğer çarşıda kalırsanız Çınaraltı’nda, Fethi Abi’nin hazırladığı baharatı bol nefis kağıt kebaplarını yiyerek Asım Ağabey’in 32.kazandan doldurduğu süper demli çaylarını içip, yaşadığınızın bir kere daha farkına varır,kendi kendinize derin bir “oh” çekersiniz.
“Yok, ben Ayazma ya da Koru’da keyfime bakacağım,”diyorsanız; tek veya iki atlı faytonlarımız emirlerinize amadedir.Yine kısa bir yolculuk yapıp,bağ,bahçeler Narman’lı Vehbi Bey’in, Prenses Tevhide Hanım’ın, Kefeli’lerin köşklerinin önünden geçip,Cihan Pansiyon’undan sonra Ayazma’ya ulaşırsınız. Burada yiyeceğiniz kağıt kebabı ve içeceğiniz demli çaylara;İzmit Körfezi’nden başlayıp Karamürsel, Yalova, Çınarcık, Adalar ve Bakırköy kıyılarına ulaşan panoramik görüntünün keyfi eklenir.Bu eşsiz manzarayı seyretmekten gözleri yorulup da dinlenmek isteyenler şezlonglarına uzanıp,bir müddet kestirebilirler püfür püfür esen rüzgar altında.
Yakacık. Az önce de anlatmaya çalıştığımız şekilde Kartal’dan ulaşılan ufak bir Anadolu köyü. Ama tam anlamıyla bir köy.Her evin altında ahırı olan,sokaklarında kümes hayvanlarının dolaştığı, adım başında beygir kişnemesi veya eşek anırması duyabileceğiniz;hasat mevsiminde otuza yakın yerde kurulan harman yerleriyle,ekili dikili bahçeleriyle, şaraphaneleri, yağhaneleriyle, genzinizi dolduran tezek kokularıyla tipik bir köy.
“Peki, böylesine görünüşte sıradan olan bir köyü ta Bizans döneminden bu yana Osmanlı, Cumhuriyet dönemleri de dahil,ilgi çekici bir sayfiye yeri olarak kalmasını sağlayan sır nedir acaba?”diye kafanızda bir soru işareti beliriyor, değil mi? Anlatayım.
Birincisi, az önce de anlatmaya çalıştığım atmosferi,yani havası.Öyle bir hava ki insanı rahatlatan,kişiyi nefes almasının farkına vardıran,Kartal ve İstanbul’un cayır cayır yanan sıcak yaz günlerinin geçip gitmesini hiç hissettirmeyen,sürekli esintili bir hava.
İkinci önemli özellik, köyümüzün neresinde oturursanız oturun,ayaklarınızın altında sürekli panoramik bir manzara.Önce, hemen Abbas Hilmi Paşa’nın köşkünün önünden başlayıp 5 km aşağıdaki denize kadar uzanan zeytinlikler ve bağlar.Sonra görebildiğiniz yere kadar Marmara Denizi. Gündüz yeşile ve maviye;gece kıyılardaki ışık pırıltılarına bakmaktan yorulur gözleriniz.
Yakacık’ı Yakacık yapan üçüncü önemli konu da kaynak sularımız.Köyümüzde, sertliği son derece düşük olan,içimi de o derece rahat epeyce kaynak suyu vardır.Bu sular İstanbul’da,hatta yurdumuzda eşine ender rastlanılacak kalitededir.Ne yerseniz yiyin,ne kadar yerseniz yiyin,üstüne bu sulardan istediğiniz kadar içebilirsiniz.Hem su içmenin zevkine varır,hem hiç şişlik hissetmez,hem de yediklerinizin çok kısa bir zamanda eritilmesine yardımcı olursunuz.
İşte bu üç ana etken hava,manzara ve suya başta ulu çınarlar olmak üzere,bazı yerlerde doğal,bazı yerlerde de insan eliyle oluşturulan müstesna bitki örtüsü de eklendiğinde Yakacık,uzun yıllardır tercih edilen bir sayfiye köyü olarak devam edegelmiş.
Mevsimine göre değişik güzellikleri yaşayabilirsiniz köyümüzde.Mesela,yaz başında çarşı meydanına bir inin.Sepet sepet aldalbastı kirazları ortalığı doldurmuştur.Hangisini alacağınızı,seçeceğinizi şaşırır,epeyce bir süre bu halde dolaşırsınız.Temmuz ayının ortalarından sonra eğer sabah erkenden çarşıya inerseniz domates başta olmak üzere diğer leziz sebzeleri de taze taze alarak yeme bahtiyarlığına erişirsiniz.Zira onlar,Aydos Dağı eteklerinde az ama son derece enfes bir tatla yetişen ürünlerdir.
Ağustos ayının ortalarından sonra Çavuş Üzümü kesilmeye başlanır.Çarşı meydanı küfe küfe Çavuş Üzümleri ile dolar.Biliyorum,bazılarınız içinden geçiriyordur:”Alt tarafı üzüm değil mi?Ne methedip duruyor ?”diye.İstanbul halkının çıksın diye dört göz beklediği,ince kabuklu,bir tanesi bile insanın ağzını su ile dolduran,emsalsiz tadı olan bu üzümü ben size anlatamam.Yemek gerek,yemek.
Sonbaharda turşu hazırlamak için kesilen sebzelerle dolan çarşı meydanını arada bir incir,üzüm,ayva,nar,ceviz görüntüleri süsler.
Kışın ise dışarıda lapa lapa yağan karı seyrederek çalı ile çalışan ekmek fırınında yapılan kıymayı,yağları çenenizden süzüle süzüle yer;üstüne mis gibi demli çayınızı çeker, mutluluğunuzu pekiştirirsiniz. İsterseniz bunların yerine,fırından yeni çıkmış sıcak bir ekmeği alıp yağhaneye gitmeyi düşünebilirsiniz.Orada sıcak sıcak zeytinyağına batırılıp,üstüne kırmızı biber ve kekik serpilmiş ekmek yeme lüksünü yaşayabilirsiniz.
İlkbaharda Yakacık’a geldiğiniz zaman bir şey yeme veya içme zahmetine girmenize lüzum yoktur. Zira,çevrede rengarenk çiçeklere bürünmüş ağaçların cazibesi ile yemyeşil bir tabiat görüntüsünü seyre dalmak,başka bir şey yapma ihtiyacını sizlere unutturacaktır.
Çarşıda sadece meyve ve sebze satılmaz.Mevsimine göre çınar dallarından hevenk hevenk av hayvanları da sarkar.Mesela,Ağustos ortalarından sonra ilk av hayvanı olarak sarı asmaları dallarda gözleyebilirsiniz.Eylül ayı içinde dallar salkım salkım bıldırcınlarla keklik ve tavşan sizler için hep hazır bulundurulur. Eğer isterseniz bir gece Yakacık’ta konaklayarak,keskin poyraz ya da karayel rüzgarlarını da göğüslemeyi göze alıp,avcılarla birlikte dağları dolaşır, avcılık merakınızı giderir,alacağınız av etini daha bir iştahla yiyebilirsiniz.
İşte size genel çizgileriyle anlatmaya çalıştığım bir zamanların Yakacık köyü. O canım zeytinlikler,bağlar,bahçeler,bostanlar yerlerini fabrikalara,iş yerlerine,bitmek tükenmek bilmeyen kooperatiflerin çirkin binalarına bıraktı.Yakacık’ta oturulabilir yer olarak Ayazma’da birkaç restoran ve çay bahçesi var artık.Bunların içinde de bir tek nostaljik özelliğini sürdürmeye çalışan Şükrü ve Hasan kardeşlerin babalarının kurduğu,yaklaşık seksen seneden bu yana var olan çay bahçesi var.Ayazma çay bahçesinden aşağılara doğru baktığınızda göz alabildiğine gördüğünüz manzara:bina,bina,bina… Bu görüntü karşısında hem eskiyi hatırladığınızdan içinizden ığıl ığıl bir şeyler akıp gidiyor;hem de şu anki görüntünün verdiği sıkıntıdan tiksiniyorsunuz.
Meşhur Divan şairi Nedim,bir gazelinde sevgilisinin güzelliklerini tek tek ortaya koyduktan sonra, gazelin son beytinde şöyle diyor:
Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim
Bir peri-suret görünmüş bir hayal olmuş sana
Bizler de şair gibi bir zamanlar herhalde Yakacık diye bir yerin kafamızdaki hayali ile yaşamıştık.Ya da uzunca bir süre gördüğümüz Yakacık isimli rüyadan uyanmıştık.
Başka türlü olamazdı...


İhsan Köse

(Yakacık, Ayazma Kadir Ağabey'in Çay Bahçesi
10/11 Ağustos 1995, Perşembe, Cuma)