25 Temmuz 2010 Pazar

Yakacık Mektupları




Mahmut Yesari’nin Yakacık Mektupları adlı kitabı küçücük ama çok değerli bir inci tanesi benim için... 1961’de basılmış, bu sayfaları sararmış incecik kitabı tamamen bir tesadüf sonucu edindim. Komşum, bir gün babasının kitaplığından çıkararak armağan etti bana, baskısı tükenen bu kitabı; sağ olsun…
Yazar bu otobiyografik kitabında günümüzden en az altmış yıl önceki Yakacık’ı ve Yakacıklıları anlatıyor. Sevecen, sıcacık bir dili var. Kendisi yirmi yıl arayla Yakacık’ta iki kez bulunmuş. İlkinde askerliğin yapmış, ikincisinde ise sanatoryumda yatmış… Haliyle ikinci gelişinde birinciyi anımsıyor ve aradan geçen uzun yıllarda Yakacık’ta nelerin değiştiğine de dikkat çekiyor. Onun sanatoryumda yattığı dönemde Kartal’dan Yakacık’a sebze bostanları, harman yerleri, taş ocakları, üzüm bağları, meyve ağaçları, zeytinlikler arasında geçerek ulaşılmaktadır. Yani tam bir rustik panoramadır ‘İstanbul’un balkonu’ Yakacık…
Romancı Cahit Uçuk’la evli olan Yesari ( 1895-1945) yazar Afif Yesari’nin de babasıdır. Kaderin garip bir cilvesiyle, 1938 yılında ilk basımı yapılan bu kitapta anlattığı Yakacık Sanatoryumu’nda veremden ölmüştür.
Bir de not: Yesari solak demekmiş. Yazarın dedeleri hat sanatçısıymış ve sol elle yapıtlarını yazarlarmış.
Kitapta sözü edilen sanatoryuma gelince… İki binli yıllara kadar DDY sanatoryumu olarak hizmet eden bu kurum artık yok. Bugün aynı bahçe içinde büyük ağaçlar arasındaki binalarda Yakacık Kadın ve Çocuk Hastanesi bulunuyor.
Kitap farklı başlıklarda öykülerden oluşuyor. Bu öykülerde sanatoryumdaki hasta ve görevlileri, çevre halkını tanıyoruz. Haliyle okura konusu açısından Thomas Mann’ın görkemli romanı Büyülü Dağ’ı anımsatıyor.
Yakacık tutkunlarının ise bu kitabı çok seveceklerini ve her satırda eski bir dostlarına kavuşmuş gibi olacaklarını tahmin ediyorum.
Eski İstanbul köyleri gibi bu eski İstanbul yazarının da yeniden anımsanması dileğiyle. Okurun (eğer kitaplarına ulaşabilirse) Yesari’nin sevgi dolu ve incelikli üslubunu çok seveceğini düşünüyorum. Ben onu kitaplığımın en güzide rafına yerleştirdim bile…





İşte tadımlık birkaç alıntı:
“Yakacık İstanbul’un sade adı geçen değil, hatırı sayılan sayfiyelerinden biridir.
Köyün eski ve heyecanlı bir tarihi de vardır. Vefakar dostum M. Turhan Tan ‘Gönülden Gönüle’ isimli romanında, Aydos Kalesinin romantik tarihini yazmıştır.
Köyün meydanında, üzeri kitabeli yüzer yıllık çınarlar vardır. Aydos’un tepesine çıkanlar, kızıl lekeli kara taşlar, kırık kayalar ortasındaki küçük gölcükte canlı balıklar görürler.
Kavağa çıkamayan balık, dağa çıkabiliyormuş!
Pendik’le Maltepe arasındaki düz ovadan Aydos’a doğru ağır ağır tırmanalım. Yolumuzun sağında solunda sebze bostanları, harman yerleri, taş ocakları, üzüm bağları, meyve ağaçları, zeytinlikler görürüz.
Tabiat bu köyden hiçbir nimetini esirgememiştir.
Yazları buraya oldukça yüklü bir yekün tutan bir misafir akını başlar. Tatil günlerinde, hafta arasında gezme için gelenleri de hesaba katarsak, Yakacıklıların yoksulluktan şikayet etmelerini doğru bulamayız.”

3 yorum:

  1. Bu gece kulun yalvarış ve yakarışlarını Yüce Mevla'ya sunacağı ve O'nun sonsuz affından, merhametinden, iyiliğinden bol bol yararlanacağı umut, huzur ve müjde gecesidir. Berat Kandiliniz Mübarek Olsun.

    Saygılarımla.

    YanıtlaSil
  2. Benim yaşadığım,gördüğüm ve tanık olduğum günleri çok güzel anlatmış, bu eserinde yazar.Yakacık mektipları,yakacık aşkları,Yakacık geceleri ve Ayazma mehtap geceleri dün gibi aklımda.Onlar unutulması imkansız,bir daha yaşanması daha imkansiz.Hey gidi koca Yakacık.Saygılar.

    YanıtlaSil
  3. Okurlarımızın belki dikkatini çekmiştir,çekmemişse ben anlatayım.1930-1950 yılları arasında Yakacık'ta VEREM hastalığı oldukça yoğundu.Eskilerin "İnce hastalık" yeni nesillerinde Tüberküloz olarak bildiği hastalıktan Yakacık'ta bir çok gencimiz bu hastalığa yakalanmış ve hayatlarını kaybetmişlerdi.Benim çocukluk dönemlerimde Yakacık Verem Sanaturyum'un sahipi Dr. İhsan Rufat'tı.Rahmetli dedem Arap Muharrem bu hastaneye hafta da iki sefer dondurma servisi yapardı.Rahmetlinin dondurması çok meşhurdu. "Kara koyunun beyaz sütünden" şeklinde müşteri çağırır ve bol külah dondurmasını satardı. Uzatmayalım ve asıl konumuza gelelim. Verem hastalığı Yaekacık'lı gençlere o hastane de yatan bazı hastalardan bulaşmıştı.Öyle söyleniyordu. Rahmetli Behzat abi,Arnavut Nurettin abi,şoför hüsnü abi,şoför Ahmet abi, koca kafa lakaplı Hüseyin abi, Sadullah abi ve Aydın abi gibi abilerimiz yıllarca bu menhus hastalıkla mücacele etmişlerdi.O dönemlerde veremle mücadele çok zordu.As kalsın unutuyordum.Rahmetli kasap Ferdi Akınıl'da bu hastalığa yakalanmıştı. Suprottumusin isimli ilacı kullandığın görmüştüm. İsimlerini hatırlayamadığım ağabeylerimizin çoğu verem hastalığına sonunda yenik düşmüşlerdi.Abilerimize nasıl bulaştığını biliyorum.Bir çokları bana anlatmıştı.Zaten duyumlarda vardı.Yakacık Verem Sanatoryumunda tedavi olan kızlarla ve erkeklerle arkadaşlık kuran köyün gençleri bu hastalığı kapmışlardı. Rahmetli Erdoğan ve Ferdi abi bana anlatmıştı. Daha sonra bu hastane DDY'e geçti ve Yakacık bu mikrop yuvasından kurtuldu. Verem çok çabuk bulaşan,yayılan bir hastalıktı.Anne ve babalarımız bize yaptıkları tenbihlerde sanatoryum bahçesinde,çamların altında oturmamamızı ve de hastaların ikram ettikleri her hangi bir yiyeceği katiyen kabul etmememezi söylerlerdi.Bizde anne ve baba sözü dinler ve verilen ikramları kabul etmezdik. İnce hastalık Yakacık'ta çok sayıda gencin zamansız hayatlarını kaybetmesine,gençliklerini tam olarak yaşamamalarına sebep olmuştur. Adeta bir MİKROP yuvası olan Yakacık Sanatoryum'u Yaakacık'ın o tarihlerde kabusu idi. Çok şükür yeni nesil bu mikrop yuvasından zarar görmedi.Yakacık'la ilgili hiç bir konunun gizli kalmaması gerektiğine inanıyorum.Yakacık'ın alehine ve lehine olan her eski olayıda burada yazmaktan üşenmiyorum. Yeni ve genç nesiller öğrensin istiyorum.Yakacık'ın güzel tarafmarı olduğu gibi,kötü ve zararlı tarafları da vardı.

    YanıtlaSil