Bugün bir konuğumuz var: değerli emekli edebiyat öğretmeni İhsan Köse'nin Yakacık anılarını kendisinden dinliyoruz.
|
Yakacık Havuzlu Park
|
UDÎ NEVRES BEY
(1873-1937)
1873 yılında Malatya'da dünyaya gelir.Daha çok küçükken,aşağı yukarı 1880'lerde annesini kaybettiği için,babası tarafından İstanbul'a götürülür.Babasını da himaye eden bir paşa tarafından yetiştirilir.
İstanbul'da,kendi kendine yaptığı çalışmalar sonucu ud çalmayı öğrenir.Bu arada Bâb-ı Âli'de bir memuriyet işine girer.Hem işini yapar hem de ud çalmayı geliştirerek,musikî dünyasında ileride kendisinden "üstat"diye bahsedilecek yerlere doğru adım adım ilerlemeye başlar.
1900'lü yıllara gelindiğinde bayağı bir şöhrete kavuşmuş olan Nevres Bey,bu sıralarda bir başka şöhretle,Tanbûrî Cemil Bey'le tanışır.Müzik otoriteleri derler ki,bu tanışma onun için tam bir dönüm noktasıdır.Bu noktadan sonradır ki,önemli devlet adamlarının da katıldığı İstanbul'un meşhur konaklarında hem musikî dersleri vermeye başlar,hem de konserler icra eder.
Kolay kolay kimseyi beğenmeyen,tenkitçi ve hırçın bir kişiliğe sahip olan,aynı zamanda da müthiş bir kulağı olan Nevres Bey,musikî çalışmaları sırasında en ufak bir falsoya bile tahammül edemezmiş.İşte böyle bir kişilik olan üstat, giderek o zamanki musikî dünyasının vazgeçilmez kişiliklerinden biri olma yolunda emin adımlarla ilerler.Özellikle 1908 yılında Tepebaşı Gazinosu'nda,zamanın ünlü hanende ve sazendelerinin katıldığı bir konserde herkese kendisini kabul ettirerek,şöhretinin zirvesine yerleşmeye başlar.
O,zirvenin yörelerinde dolaşadursun ,biz de Yakacık'ın yakın geçmişine doğru bir gezintiye çıkalım.1970'li yılların ilk yarısında,otobüsle fakülteden eve dönerken,Ankara Yolu'nda,Soğanlık'ı geçip de Yakacık iyiden iyiye gözlerimizin önünde belirmeye başlayınca,Faruk'la
(EBREN)zaman zaman birbirimize dönerek şöyle söylenirdik:"Yakacık da amma bozuldu haaaaa!Artık Yakacık da yaşanmaz hale geldi kardeşim!"diye.Bize,bu lâfları ettiren,yemyeşil bir bitki örtüsü altında kaybolan Yakacık'ta da artık birkaç tane de olsa sırıtan,insanların göz zevkini bozan, beton yapılaşma örnekleriydi.
Biraz daha geriye gidelim.Bizim kuşağın ilkokul dönemlerini kapsayan 1950'li yılların ikinci yarısına.O vakitler,ister Şükrü ve Hasan TENGİZ kardeşlerin işlettiği Ayazma Çay Bahçesi'nden,ister hemen onun bitişiğindeki Halim Amca'nın(DİZMAN)çay bahçesinden,isterseniz de Nazif Amca'nın(BAĞATUR)çok büyük bir balkon gibi uzanan Çamlı Gazinosu'ndan aşağılara doğru bir bakın.Göreceğiniz manzara şuydu:Köyün hemen mezarlık altından başlayıp Kartal ve Pendik'i de kapsayacak şekilde göz alabildiğine yeşilin binbir tonu ve onun hemen bitiminde de başlayan Marmara Denizi'nin eşsiz güzelliklerle dolu görüntüsü.
Ya da şöyle söyleyelim.Mükemmel sahillerin bulunduğu bu kıyılardan-mübalağa etmiyorum,size hemen, bir çırpıda Kartal-Pendik arasında altı,yedi plaj ismini sayabilirim-Aydos'un yamaçlarına,yani Yakacık'a doğru yöneldiğinizde karşınıza çıkan tablo şuydu:Kıyıdan birkaç yüz metre içerde,yaz,kış ayrı sebzelerin yetiştirildiği muazzam büyüklükte tarlalar,daha doğrusu bostanlar.Onların bittiği yerde başlayan,devasa büyüklükte;içinde kiraz,dut,ayva,erik,incir vb.ağaçların süslediği zeytinlikler ve bağlar.Yakacık'ı adeta boğacakmışcasına,
mezarlık altına kadar sokulurdu yeşil rengin dans ettiği bu eşsiz görüntü.
Yakacık'ta,köy içindeyse,Çarşı,Ayazma ve Koru'da çınarlar,ıhlamurlar,
meşeler doğal görüntüyü;ahşap ev ve konakların bahçelerindeki meyve ağaçları ve sebze yetiştirilmeye ayrılmış kısımlar da,insan eliyle oluşturulan yeşillikleri tamamlayan unsurlardı.Eğer Yakacık'tan Aydos'a doğru devam ederseniz,sizleri önce,maki dediğimiz yıngıl,pırnal,kocayemiş vb.bodur ağaçlardan oluşan bir bitki topluluğu karşılar ve zirvenin arkasına kadar size refakat ederdi.Şu anda,Aydos eteklerinde rastlanan çam ağaçlarının ise,esamisi bile okunmazdı.Zira,bu makilik alanlara cumhuriyetimizin ellinci yılı anısına,yani 1973'te
210.000.000(iki yüz on milyon)çam fidesi dikildi.Bugün,bu çam ormanlarının altında yürüyüşler,piknikler yapılıyor.Eğer,büyük bir azimle yürümeye devam ederseniz Aydos'un arkasına doğru;bu sefer de içinde çınar,ıhlamur gibi ağaçlara da rastlanan meşe ve gürgen ağaçlarının yoğun olarak bulunduğu bir tabiî ormanın içinde bulurdunuz kendinizi.
Bu,benim sizlere anlatmak istediğim çok yakın bir geçmişteki,1950'ler,1970'lerdeki Yakacık.Bir de 1910,1920,1930'ların Yakacık'ını gözler önüne getirmeye çalışın sevgili Yakacıklılar.Benim,o zamanki güzellikleri havsalam almıyor.Sadece,"Yeryüzü cennetlerinden birisiydi Yakacık herhalde."diyerek avunuyorum.
Biz,şimdi yine dönelim Udî Nevres Bey üstadımıza.O,artık 1910,1920,1930'lu yıllarda,dinleyicilerine en iyiyi,en güzeli sunmayı amaçlayan,rakipsiz bir üstattır.İstanbul Radyosu'nun ilk yayınlarından itibaren udu ile,bu yayınlarda yer alır.Münir Nurettin SELÇUK'un kadrosunda da devamlı yer almaya başlayan üstat;giderek "ud"da rakipsiz bir virtüöz olup çıkar.
Başta da söylediğimiz gibi,kolay kolay kimseyi beğenmeyen,tenkitçi ve hırçın bir kişiliğe sahip üstadın bir önemli özelliği de "kafa dinlemeyi"çok sevmesidir.Bu nedenle zaman zaman İstanbul'un gürültüsünden uzaklaşıp-yirminci yüzyılın başlarında ne kadar gürültü varsa-kırsal alanların çok yoğun olduğu Çamlıca,Beylerbeyi ve Yakacık'ta soluğu alırmış üstat.İşte,bu "kafa dinleme"lerini yaptığı Yakacık zamanla onda bir tutku haline gelir.Yakacık'tan bir türlü kendini alamaz.Tam bir Yakacık aşığı olup çıkar.
Benim de yukarıda az çok güzelliklerini anlatmaya çalışarak konuya bağlamaya çalıştığım üstat,bazen uzun,bazen kısa süreli olarak gelip kaldığı,kafasını dinlediği Yakacık tutkusuyla,bir zaman sonra Yakacık'ta yer alıp ev yaptırarak ve sürekli orada yaşama isteğiyle yanıp tutuşmaya başlar.Ancak,ne yazık ki,bu olağanüstü Yakacık'ta yaşama isteğine,yakasına yapışan melun gırtlak kanseri illeti izin vermez.Sağlığında hiç evlenmemiş ve hep yalnız bir hayatı olmuş olan üstat,hastalığının iyice ilerlediği son demlerinde çevresinde çok az sayıda bulunan üç,beş dostuna,şu vasiyetini yapar:"Çok istediğim halde,Yakacık'ta bir evim olmadı.Bari,mümkünse mezarım Yakacık'ta olsun.Ölünce beni Yakacık mezarlığına gömün."
Öldüğünde,üstadın cenaze merasimine katılan,maalesef birkaç kişiden oluşan topluluk bu isteği yerine getirir.O topluluğun içinde bulunan kişilerden biri de meşhur ses sanatçısı Safiye AYLA'dır.Üstadın mezarı başında Fatiha'sını okuduktan sonra onun için şu sözleri söyler:"Sağlığında kendisine bir kulübe bile ama ölümünde dileği yerine geldi."
İşte,1900'lü yılların başlarında adeta bir cennet parçası gibi güzelliklerle dolu olan Yakacık ile,kendisi hakkında musikî otoritelerinin gelmiş geçmiş en iyi üç,beş udîden biri diye nitelendirdikleri virtüöz Udî Nevres Bey'in Yakacık ile yollarının kesişmesinin hikâyesi.
Onun,Münir Nurettin SELÇUK ile birlikte verdiği bir konser sonrası izlenimlerini dile getiren ve üstadı çok öven yazısının bir yerinde,dönemin yine çok ünlü bir edebiyatçısı Peyami SAFA şöyle der onun için:"Nevres'i dinlerken,inanacağımız geliyordu ki,bu harikulâde adam uda değil de mermere vursa,o sükûtî maddeden yine bir melodi abidesi çıkabilir."
Yakacık aşığı ve öylesine usta bir kişiliğe sahip olan bu virtüözümüzün mezarını ben,şu anda kullanılan mezarlıkta aradım,bulamadım.Ya ben rastlayamadım veya şu anda kullanılan mezarlıkta yok.1937 yılında rahmetli olan üstat,muhtemelen eski jandarma karakolunun altında olan ve şu anda üzerinde binalar yükselen eski mezarlığa gömülmüş olabilir.
Felek mi,talih mi,kısmet mi,ne derseniz deyin.Bazılarına,bu dünyada köşk yaptırtıp,içinde afiyetle oturmasını nasip ediyor.Bazılarına da zar zor bulunan bir mezar yerini bile çok görüyor.Ama,maalesef çok acı bir gerçek ki bizler toplum olarak,sanatımıza,sanat-
çımıza,kültürümüze hiç ama hiç sahip olamayan-haydi biraz daha yumuşatarak söyleyeyim-en az sahip çıkan bir toplumuz.Üzülerek söylemek gerekiyor ki tek gerçek bu.
Çok iyi hatırlıyorum,Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden biri olan Bakî'nin mezarı da,Edirnekapı mezarlığında,bir yol genişletme çalışması sırasında tesadüfen ortaya çıkarılmıştı.
Neyse.Kalın sağlıcakla.
İhsan KÖSE
Pendik,03 Mart 2019,Pazartesi